30 Mart 2016 Çarşamba

Felaket Çağı'nda, günlerden bir gün.



Sevgili dostum Batmanlı Yavuz Ekinci'nin 21 Mart 2016 Newroz günü, son kitabı 'Günün Birinde' postayla elime ulaştı. BART/ Batman Kültür ve Sanat Derneği adına, Anadolu Kültür olarak yürüttüğümüz Tandem: Kültür Yöneticileri Değişimi Türkiye - Avrupa Birliği Programı'na katılan Yavuz'u tanıdığımda, 'Tene Yazılan Ayetler' romanını yazmayı yeni bitiriyordu. Gürültü etmeden, bu romanını 2010 senesinde yayınlamasının ardından, 'Cennetin Kayıp Toprakları',  'Rüyası Bölünenler' ve son olarak 'Günün Birinde' kitapları geldi. Romanlarının yanı sıra, yine bu yıllar arasında M. Tayfun Aydın'ın ilk uzun metraj filmi olan 'İz (Reç)'', Yavuz'un 'Cennetin Kayıp Toprakları' romanının bir bölümünü oluşturan 'İncir' adlı öyküsünden senaryolaştırıldı; bir çok öyküsü çeşitli  yerel ve uluslararası edebiyat dergilerinde ve yazar Murathan Mungan'ın derlediği 'Bir Dersim Hikayesi' gibi önemli öykü kitaplarında yer aldı.

"Gürültü etmeden" üretimini sürdürmeye devam etti dediysem de, bir çok yazarın şatafatlı tanıtımlar yaptığı yerde son derece sakin tavırlarla, avucunu kulağına yakınlaştırıp kısık ses tonuyla konuşan dostumun mizacına atıfta bulundum. Yoksa hem yazıları hem de sokaktaki eylemleriyle kendisini tanıyınca bize yaşadığımız çağın felaketlerini nasıl büyük bir gürültüyle anlattığına şahitlik etmemek mümkün değil.

Grafik tasarımcı Geray Gencer'in Yavuz'un tüm romanlarının kapakları için çizdiği Murakami-vari illüstrasyonlarıyla, yeni romanı 'Günün Birinde' aramıza katılırken, tüm eserleri bu yeni kitapla beraber yeniden basılmış. Yavuz, bu yeni kapak tasarımlarıyla oluşan roman setineyse 'Felaket Çağı'ndan Hikayeler' adını vermiş. Hikayelerin geçtiği topraklar değişse de karakterlerinin yolculuğa çıktığı zaman, aynı çağa ait. 'Günün Birinde' Cevizler Vadisi'nde, 'Rüyası Bölünenler' Berlin'den Kandil Dağı'na, 'Cennetin Kayıp Toprakları' Batman'da, 'Tene Yazılan Ayetler' Diyarbakır'da, 'Meyaser'in Uçuşu', 'Bana İsmail Deyin' ve 'Sırtımdaki Ölüler' ise Kaf Dağı, Sessizlik Kulesi ve Levh-i Mahfuz'daki Felaket Çağı'ndan bir günle anılıyor.      

Huzurun yerini tedirginliğe, tedirginliğin ise korkuya bıraktığı, Cevizler Vadisi'nin gözünü karanlığa, kulağını sessizliğe dikerek barbarları beklemeye koyulduğu bir hikaye var elimizde. Bugünlerimizle çok özdeşleşen, içinde bulunduğumuz felaketin gittikçe karanlıklaşan tablosunu masalların gücüyle resmedişini okumanızı şiddetle tavsiye ederim.  

Karanlık... Her şeyden önce karanlık vardı. Eskiden karanlık bugünkü gibi insanın kalbinde, ruhunda,    yüzünde ve sesinde değildi. Karanlık evvel zaman önce gecede, kuytu yerlerde, mağaraların derinliklerinde ceviz ağacının gölgesinde, vadinin ıssızlığında saklanırdı. (s.35)

Yaşadıklarımıza sadece tanıklık etmek değil, öfkelenmek üzere başladığım bu blogun ilk yazısını, Yavuz'un yakın bir zamanda bana dediği sözlerle sonlandırıyorum: Öfke iyidir. Öfkeni besle, lazım olacak! 


Dipnot: Beş seneyi aşkın süredir, dönem dönem, ya hayatımıza kattığımız yeni romanlar ya da okuduklarımızın gücünü yeniden hissetmek için, Yavuz'la haberleşir, birlikte kitap seçer okuruz. Bizden size, bu yıllara denk düşen, ufak bir okuma seçkisi gelsin, bol bol "huzursuzlanmalar":  
Huzursuzluğun Kitabı - Fernando Pessoa
Öfke - Philipp Roth
Seksek - Julio Cortazar
Hadrianus'un Anıları - Marguerite Yourcenar
Sınırlar Ülkesinde - Sherko Fatah.

Resim 1:Yavuz'la beraber edebiyatçı dostlarımız Deniz Utlu, Mutlu Ergün, Sofia Hamaz, Serkan Türk ve Klauspeter Sachau'yla birlikteyiz @Café Bilder Buch, Berlin (Kasım 2011). 
Resim 2: Ekinci, Y. (Mart 2016). Günün Birinde. İstanbul, Doğan Kitap.

A Newspaper Column by Heval* Veysi



A short note in Turkish about the English translation // Başlamadan: Veysi Polat'ın 17 Mart 2016 tarihinde T24'te yayınlanan köşe yazısını okuduğumda bu yazının acilen uluslararası okuyucuyla paylaşılmasının gerektiğini düşündüm. Heval Veysi'ye bir mail atıp kendisini bu eylemimden haberdar ederek, yazıyı çalışma arkadaşım Şengül Ertürk'ün editoryal desteğiyle İngilizceye çevirdim. Her hafta okuduğum bu tür köşe yazılarından, mutlaka en az birini, İngilizceye çevirip içinde bulunduğumuz duruma elimden geldiğince ses vermeye devam edeceğim.  


An ancient city underfoot...[1]
Veysi Polat [2]

For the last four months, Diyarbakır’s main agenda has been all about conflicts, deaths and migration… Some time ago, when I was going to visit one of the Sur victims -a parrot named “Heval”, [3] about which I wrote an article to T24- an academic from Dicle University told me; “Come and see the real drama in the area where scraps are taken from Sur [4]. I go there every day and I cry…” Two days later, having these impressions stuck in my throat, my director friend Ruhi Karadağ, Journalist Nevzat Bingöl and I hit the road.



Since conflicts and curfew in Sur jumped in the city center, namely Bağlar district, Diyarbakır’s traffic jam resembles of the one in Istanbul. As the shortcut was closed, we reach the Faculty by taking a devious route around Seyrantepe district… We become a part of the convoy of DSI/State Hydraulic Works’ trucks continuously carrying scraps to the empty area that belongs to Dicle University… We as well reach the same area through the campus…



Around 20 people, mostly kids, load a truck with iron pieces they dug up from the excavations. Some hold a pot, some hold a propane cylinder, and some hold steel bars removed from concrete columns… First, an uneasiness; sayings like “Don’t take our photos, you’ll take the bread out of our mouths” come one after the other.

A photo album appears under the feet of a boy who collects wastes in return to 20 Turkish Lira a day. There are no names, neither on the album nor at the back of the photo prints. A groom stands next to the bride, a few frames from soldiery times, a large family photo with kids…
Lentil grains, tea, sugar and potatoes spread around from a sack… A scrap dealer tells: “The other day we found two legs and a hand of a person, we immediately delivered them to the police…”

Another one says, “Brother, I am not a scrap dealer. I look for a historical artifact. Yesterday I found a ring and sold it for 1800 Turkish Lira”…

Not only the scrap dealers, but also Sur victims come here too with a hope to find a piece from their house… It is said that all of them cry when they come here… They just go back… For example, the other day a young person came to find a letter from his lover… He sat down and cried for hours… Couldn’t find the letter and left the place…

A column appears among the scraps. Sur was part of the World Heritage, now shows up itself in the waste yard… 



Known as one of the world’s oldest artifact with a past of 9 thousand years and last year selected to the “World Cultural Heritage List” by UNESCO, the Diyarbakır Fortresses [5] that include 610 registered artifacts, went to rack and ruin due to curfews and conflicts.

In fact, Diyarbakır is a lively historical and cultural treasury carrying the traces of many civilizations existed in Anatolia for thousands of years. Started in Çayönü in B.C. 7000 years and stayed alive until modern days, many civilizations, which have important roles not only in the region’s but also in the world’s history, left valuable artifacts in this region.

Now those artifacts are buried in an area that used to be a sand quarry in Diyarbakır. While world archeologists dig deeper and deeper to bring historical heritages to light, the contrary happens in our region… As we leave the place, where many of our childhood memories are buried, our tears fall down on the land which is covered by scraps. We realize, under the huge areas we stepped on, the Fortresses are buried and bulldozers build roads on them…






[1] Original article, Ayaklar altında kadim bir kent… , published at T24 online newspaper on March 17th, 2016. Translated into English by an anonymous person, who volunteered to disseminate the article to international audience.
[2] Documentarist, journalist and a writer at T24. Follow him at Twitter: https://twitter.com/veysiipolat?lang=tr
[3] “Heval” means friend, companion in Kurdish. The article: http://t24.com.tr/haber/sur-magduru-papagan-artik-sadece-bomm-diyor,331704
[4] Sur is the district including the Fortresses, which is “sur” in Turkish.