Başlamadan önce
*Mahmut Celayir'le Kral Yolu'nda Yürüdük.
Bingöllü ressam Mahmut Celayir'i ilk kez 2011 senesinde Anadolu Kültür'de çalışmaya başladığım aylarda odamızda asılı olan 'Kral Yolu' serisinden, Diyarbakır Sanat Merkezi'nde gerçekleştirdiği 'Yollar ve Kökler' sergisi sonrası Anadolu Kültür'e armağan ettiği resmiyle tanışıyorum. O günden sonra resim her günümün ayrılmaz bir parçası oluyor; ara ara seyre daldığım, yalnız kalmak isteyip içinde huzur bulduğum bir çöl diyorum kendisine.
Arada geçen 5 yıl sonra, 'Tandem: Kültür Yöneticileri Değişim Türkiye-Avrupa Birliği' programının katılımcıları arasında yer alan Mert Karaçıkay'dan, kendisinin ortak olduğu İstanbul REM Art Space'de, 'Kilit Taşı' adlı sergide Mahmut'un 'Kral Yolu' serisine yer verdiklerini öğreniyorum. Sergi bitmiş olmasına rağmen, depoya kaldırılmış olan serinin tamamına tanıklık etmek üzere çalışma arkadaşım, sevgili dostum Zeynep Güzel'le galerinin yolunu tutuyoruz. Aynı akşam Depo'da açılan 'Tanımlanamayan Ateş Newroz - Medya, Söylem, Ritüel' sergisinin açılışında ise, meğer artık Türkiye'ye Almanya'dan dönüş yapmış olan, Mahmut'un kendisi çıkıyor karşıma! Bu karşılaşmanın, bir araya gelip sohbet etmeye vesile olmasını kendisinden dileyerek, aradan bir kaç gün geçmeden atölyesinin yolunu tutuyorum. Bana tüm içtenliğiyle hatıralarını ve yüreğini açan büyük usta Mahmut Celayir'in dünyasına biraz olsun girebilmek için bu yazıyı kendisinin izniyle hazırlıyorum. Tüm duyularınızla keyifli yolculuklar...Yazıyı okurken Mahmut'un dinlediği müziklere de kulak vermek isterseniz, oluşturduğum bir müzik listesini de aşağıda bulabilirsiniz.
![]() |
M. Celayir, Otoportre, 1999 |
poesi - dramatik - yabani armut - yüksek - toprak - kavga - çocukluk - durgun - zamansızlık - kişisel - kolektif - geçmiş - gölge- kemik - deri - göç - yol - kan davası - masal - anne - arkaik - yalnızlık - cin - peri - melek - romantik - melankolik - dağ - hesaplaşma - sorgulama - kozmik - katman - öfke - siyah - yanık - tanık - öykü - müzikal - ritim - yırtıcı - ses - heykel - durgun - bahçe - köy - çoban - deneysel - müzik - dışavurum - sinema - sinematografik - kaplumbağa - kuş - yılan - tarih - çağdaş - karanlık - sert - fotokopi - taş - müze - köken - hüzün - biyografi - ayak - çıplak - keklik - baba
dedi durdu Mahmut.
Sıkça kullandığı bu kelimelerin yanı sıra; geldiği, gittiği, hayal ettiği coğrafyalar, okudukları, kulağındaki sesler, görüntüler sohbet ettikçe hep liste oldu.
Söyleşi
Serra: Bingöl'ü ve resmettiğin coğrafyayı anlatsana biraz.
Bir de tabi köken meselesi var: ayak bastığımız topraklar, annemin, bizim hepimizin kişisel tarihimizin kesiştiği yerler Bingöl tepeleri. O yüzden de benim aşırı bir bağlılığım var oraya. Çocukluk dönemi evresinden kalan bir bağlılık bu. Bende bunu kendime malzeme yaptım. Bilhassa, ha bire aynı şeyi yapmaktayım. Bazıları "Mahmut hep aynı resmi yapıyorsun" diyor. Ya yapmıyorum aslında! İnsan bugün taş, öbür gün kuş resmi yapmaz ki. Bir şeyin üstüne gidersin. Ben onu biraz radikal olarak, bir şeyde kalmak olarak tekrarlıyorum. Çünkü toprak, vatan, mekân çok önemli; hem kimlik dokusu var hem bütün kavgalar bundan çıkıyor. Bir de çok kadir bir malzeme toprak ve gökyüzü, başka bir şeye gerek yok. Bence bütün gerçeklik bu. Mesela benim ilk resimlerimde figürler falan var ama gene durgun figürler. Her zaman resimlerde hikaye anlatmaktan kaçındım. Zamansızlığı aslında hep seçtiğim için ama bir figür seçersen, o zaman bir zaman uyduruyorsun. Figürlerim bir heykel gibi zamansız resmederim. Gelmiş, geçmiş, gelecek, şimdide olsunlar isterim. O yüzden de pek de figüre girmeyi tercih etmedim. İnsan zamanla toprağı, bitki kokusunu, hareketleri, doğanın, özellikle toprağın enerjisini fark ediyor. Bingöl'de olduğum her gün, her gün olmasa bile, iki günde bir çıkıyorum, 3-4 saat yürüyorum. O yürüme sırasında izliyorsun; kaplumbağalar, kuşlar, yılanlar, böcekler, bitki dokuları, özellikle ışık, o dağların değişimi, çobanların sesi.
S: 'Land Art' yapmayı denedin mi hiç? Bedenini
figür olarak resmetmek dışında, daha performatif kullanmak istemedin mi hiç? Yüksek ihtimalle yürürken, sürekli toprağa yatasın da
geliyordur..Ana Mendieta’yı bilir misin mesela?
M: Yapmışlığım var. Doğru. Bir film yaptım mesela. Çıplak ve
hareketsiz duruyorum. Bir saat öyle durdum beni çektiler ama arkadaki gölgeler değişiyor. Bir iki film
yaptım. Yayla evi yanıyor. Kadın bize bakıyor, hiçbir şey yapmıyor, bakıyor
gidiyor. Bir ara öyle resimler de yapıyordum. Bir Almancı karısının arkaik yalnızlığı diye. Yapayalnız kadınlar. Sonrasında bunun
filmini yaptım. Kadın duruyor, hiçbir
şey yapmıyor, duruyor heykel gibi.
Resim benim için form, biçim ve renk. Resimle hikaye
anlatmam o zaman roman yazayım. Bir şey anlatmak bana ters geliyor. Resim
kendisiyle hesaplaşmak, yani dokuyla
onla bir şeyler anlatmak. Ama o dediğin şey var kafamda bazen. Herkesin bir hikayesi, geçmişi var ve ona bir dil
bulmaya çalışıyor. Kendisiyle uğraşmak güzel. Mendieta gibi ben de düşündüm. Bizim orada dikenler var, orada oturup bedenimi deniyorum, çok
benziyor ilk bakışta onun işlerine. Çizgi dışı bir şey değil bu. Hep oradaki
toprakla bütünleşme arzusu var, dervişane bir şeyden geliyor. Bazen kullandığın
dilin yetmediğini görüyorsun.
S: Çöl fotoğrafları topladım. Libya, Sahra çöllerinden. (Bu arada bugün Libya’dan çöl rüzgarları geliyormuş.O yüzden hava sapsarı, nefes zor alınıyor). Bunlara bakınca o yüzden Bingöl'ü resmedişine çöl diyorum. İnanılmaz yalnız değil mi? İnsansız doğa ne kadar etkileyici.
M: Bunlar tabi çok dramatik doğa. Bir keresinde Sina Yarımadası’na gitmiştim. Tabi Sina’da çok farklı
dağlar var. Çok güzel bu seçtiğin çöl fotoğrafları, sanki bir Alselm Kiefer resmi gibi. Taş, izler onlar çok şey anlatıyor. Bir
hikaye var. Benim de çektiğim bir yığın fotoğraflar var Bingöl'den.
S: Peki 'Kral Yolu'. Neden ismi böyle? Pers Kral Yolu'na mı atıfta bulunuyorsun?
M: Kral Yolu sembolik
benim için. Tarihsel bir geçmişi de var tabi. Çok geniş bir yol. Eskiden gerçekten kervanlar geçiyormuş. Dağlık, yürüken boğaz gibi bir geçitten geçiyorsun Bingöl’den Muş'a, oradan da Tatvan'a geçiyorsun. Orası bir geçiş yolu. Aynı zamanda da Susa Yolu da deniyor. Susa Antik İran’da başkent.
O yollardan İran-Yunan çatışma döneminde, Büyük İskender'in sürekli bir gitme
gelmesi var. Doğu ve Batı diyaloğunun kurulduğu yerler. Hem savaşma anlamında, hem de kültürel olarak. Görselliği çok ağır bir yoldur. Oradan çıktı Kral Yolu.
S: Sen o yolu yürüyor musun?
M: Tabi. Biz o yoldan yaylaya gideriz. Fakat her sene gidiyorum, izler gittikçe kapanıyor. Şimdi artık o yolu kullanan çok yok. Ama eskiden büyükannemler araba olmadığı için, bizim köyden Elazığ’a o yoldan giderlerdi. Bizim ailenin bir kısmı hep Elazığ’da. Bizimkiler Bingöllü olmasına rağmen, ekonomik şartlardan dolayı gitmişler. Bir çokları Elazığ’nın köylerine Şeyh Sayit Hareketi sırasında gitmişler. Ermeniler de o yoldan gitmişler, önleri kesilmiş buralarda hep. Büyükannemler hep Palu yolu üzerinden yürürlerdi, iki gün sürer. Babam da çok anlattı. Benim dolayısıyla çok kişisel tarihimle de ilgili bu yol. Enteresan geliyor bu kişisel tarihle kolektif tarihin keşismesi. Ki oradan babam, babannem yayan yürümüşler. Yüklerle gidip gelmişler. Eskiden, kervanlardan, tarihinden bahsederken kolektif bir hafızayla karışıyor.
Belki resimlerime çok direk yansımasa bile ben çok tarihle
ilgiliyim. Bir keresinde sanatçı arkadaşım Ruth Biller'le bir sergi yaptık. Stuttgart’ta bir sergi, ben ilk defa
orada 'Kral Yolu' serisini sergiledim. Bir gazetede müthiş bir yazı çıktı. Ben
adamı hiç görmedim, konuşmadık da ama orada tarif ettiği şeyler o kadar bana
enteresan geldi ki, benim söylemek istediklerimi adam görmüş. O zaman mesaj
gitti dedim. Bunlar çok sevindirici, o zaman doğru yoldayım dedim. Çünkü Batı
çok ilgili, onlar biliyorlar. O yolların o kanlı tarihini biliyorlar. Yazıyı “Geçmişin Gölgesinde”
diye Türkçeye çevirmiştim.
O yol benim için sembolik bir şey oldu. Malzemenin kendisi oldu. Bir de tabi ilk yaptığım siyah-beyaz resimlere geçiş yaptım. Eskiden gördüğüm gibi o renkli resimler bana yetmemeye başladı. Karanlık, sert kalıyorsun o renklerin içinde. Nasıl yaparım dedim. Çektiğim fotoğraflardan baskı aldım. Fotokopi baskısı aldım. Son derece kaba. Sonra onlar üzerinde biraz oynadım. Bu sefer fotokopilerden yola çıkarak, yapancılaştırarak, derken siyah-beyaz dönemime başladım.
O yol benim için sembolik bir şey oldu. Malzemenin kendisi oldu. Bir de tabi ilk yaptığım siyah-beyaz resimlere geçiş yaptım. Eskiden gördüğüm gibi o renkli resimler bana yetmemeye başladı. Karanlık, sert kalıyorsun o renklerin içinde. Nasıl yaparım dedim. Çektiğim fotoğraflardan baskı aldım. Fotokopi baskısı aldım. Son derece kaba. Sonra onlar üzerinde biraz oynadım. Bu sefer fotokopilerden yola çıkarak, yapancılaştırarak, derken siyah-beyaz dönemime başladım.
S: Gezerken kalıntılara rastlıyorsundur kesin? Bir şeyler
topluyor musun?
M: Kaplumbağa topluyorum, ölü kaplumbağa, hayvan kemikleri
(at kafatası gibi) topluyorum. Kemikler benim için önemli.
Yılan derisi de var topladıklarım arasında. Oranın geçmişiyle ilgili. Onun dışında ben bölgenin
tarihiyle ilgiliyim. Bizimkilerin nereden geldiklerini soruyorum. Zaza’lar nereden geliyor? Din nereden, söylenceler nereden
geliyor? Derken tabi İran’ın kültürüyle
çok yüz yüze geldim. Dil
araştırmaları yaptım epey. Hint-Avrupa halkları, kültürel değişimler, Zerdüştlükle çok ilgiliyim. İran’a
çok gitmek istiyorum. Çok yakın; Farsçayı Zazacadan anlıyoruz. O zamanki dini inanışlarla
çok ilgilendim. Bizim Şafi Zazalar gibi halen Allah’a biz Huma deriz. Huma da İran’ın Mitra, Güneş Tanrısından, sonra ikinci
büyük tanrısı; Ay Tanrısıdır. Zerdüştlük onların ikisini de melek
yapıyor. Tek bir tanrı var. Onları da çok önemli bir yere koyuyor. İranlılar da
çok değer veriyor. Huma diye bir havayolları var. Bu tür şeyler enteresan,
heyecan vericidir.
S: Edebiyatla aran nasıl? Resimlerini hikayelendiren birileri var mı, ya da sen üzerine yazıyor musun?
M: Şahname’yi defalarca okudum. Avesta’yla ilgili yayınları
hiç kaçırmıyorum. Geçen gün yine çok güzel araştırma çıkmış: 'Fonetik Dilbilimsel Bağlar' diye. Sanskrit, Avesta, Farsça, Beluçca,
Kürtçe ve Zazaca arasındaki etimolojik bağlar üzerine. Onu bir çırpıda okudum.
Kültürel, dilsel araştırmaları çok okuyorum.
Çocukluğumda ressam olmakla yazar olmak arasında çok gidip geldim. Çok
şeyler de yaşadık: kan
davaları gibi. Tahrir dersimiz vardı. Hoca çekerdi kenara, Mahmut sen
yazacaksın derdi. Yaşanan
şeylerden dolayı söylenecek çok şey var. Fakat o malzeme şuna dönüştü:
benim annem çok büyük bir masal anlatıcısıydı. O masallardan bir kitap yaptık biz kuzenim Seyidxan Kurij'le: Waye Hot Birayun.
Hem Zazaca hem Almancasını çıkarttık. Art Karlsruhe’de bir sergi yaptık.
Masallarla o resimlerin bağlantılarını çok güçlü buldular. Annemin masalları
ayrı bir arkaik şeyler çizdirdi bana: cinler, periler. Luis Bunuel
surrealist yazar çok severim: benim en büyük şansım İspanya’da ben
ortaçağda yaşadım; Cizvit okulları gibi. Bütün malzemem orada diyor. Ben de
öyle görüyorum: 50’li, 60’lı yıllarda orada büyümek, doğa içinde falan, o
çocuklara sinmiş olan malzeme, müthiş bir malzeme. Sonra üstüne başka şeyler de
gelince..Ben 1-2 sergide birkaç performans yaptım: Kürtlerin yaşadıklarıyla
ilgili Zazaca düz metin ve şiirler yazdım okudum.
![]() |
Caspar David Friedrich, Two men in the sea at moonrise, tuval üzerine yağlıboya, 1800ler |
Ben Almanya’ya gittiğimde uzun süre oturma izni alamıyordum.
Sonra Berlin’e gittiğimde, Doğu Berlin’de bir arkadaşım vardı. Berlin
Senatosu'na bir proje yazdık. Charlottenburg’da bir Romantik Müze vardır, ilk
defa orada Caspar David Friedrich'in işlerini gördüm. Beni çok etkiledi, kendime yakın buldum. O yalınlık, o kozmik atmosferi, çok çağdaş geldi. Türkiye’den geliyorum, Kürt
kökenliyim. Toprakla uğraşıyorum. Bunları söyleyince, 1 yıllık oturma izni aldım.
Alman Romantiklerini çok önemsiyorum: kendi
topraklarıyla, kendi kimlikleriyle çok özdeşleştiriyorlar işlerini, hesaplaşıyorlar.
Biz halen yapmış değiliz. Bizde manzara resmi geleneği olsa olsa peysajlar,
Boğaz peysajlarından oluşur; hesaplaşmayla hiçbir ilgisi yok. Toprağı sorgulama, kendini sorgulama
kültürü olmadığı için sanatçılarımız, aydınlarımız kendi toprağına, kültürüne
yabancı kaldı. Mesela Almanya’nın en büyük sanatçılarından Anselm Kiefer, bir romantik, Alman romantiği. Bir kere ben onu dinledim. Benden
birkaç yaş büyük. Dusiburg’da özel bir müze
var, orada çok işleri vardır. Kendisi Güney-Batı bölgesinden. Karlsruhe’de okumuş.
Joseph Beuys’un resim öğretmeni olmuş, yani son derece kavramsal bir sanatçının. Toprağı çok katmanlı, çok sorgulayıcı
yapan, çok yargılayıcı da yapan biri bir yandan da. Kiefer geldiği Almanya coğrafyasının dokusunu, çamurlu
dokusunu resmediyor. Yıldızlar, kozmik resimler, uçakları çok etkileyici.
S: Şimdi nasıl görüyorsun Türkiye Kürdistan’ınındaki dönüşümü? Senin işlerini de etkileyecek mi?
M: Endişeleniyorum. Bu noktaya geleceğini düşünmemiştim.
Hepimiz biraz umutlanmıştık. Düşünemeyeceğim, tahmin edemeyeceğimiz bir noktaya
geldi. Yüzleşmekten korkuyoruz. Ve tabi ki işlerimi etkileyecek; şu anda
yaptığım atölyedeki şu resmi daha da siyah yapmak istiyorum. "Yanık"laştırıyorum. Kendimizi çaresiz
görüyoruz. Yetmiyor paylaştıklarımız. Kentlere yerleşmiş orta sınıf, aydın
kesim var, kültürel kimliğini önemsiyor. Devletin yaptığı tahrip ama boşuna bir
çaba. Bu mesele devam edecek, başka yollarla. Tabi coğrafya bizi hiç küstürtmüyor. Ama
devlet işte yapabildiği tahribi yapıyor. Bizim oralar daha sakindir. Biz oralarda başka tahribatlar gördük. Bizim çocukluğumuz Şeyh Sayit
Hareketi gördü. Benim büyükannemin eşi orada öldü. Bütün Ermenileri vs
anlatırdı. Yine Almanya'da yaşayan kuzenim Seyidxan, 'Tanıkların Anlatımı İle Şeyh Sayid Hareketi’ni yazdı, orada babam da var. Anlatımlar çok etkileyici. Bütün
bunlar hafızadır. Bütün bu toprağı
vurgulamak çabası buradan geliyor.
S: Müzik ne dinliyorsun? Ses topluyor musun?
M: Sen güzel sorular soruyorsun. Bütün gün müzik dinliyorum. Resimdeki müzikal ritim çok önemli. Çağdaş
müzik dinliyorum. Çok değişik estetik tatlar elde ediyorsun, ses olarak, form
olarak. Radyodan bir sürü çağdaş sanatçı buluyorum. Yaşayanları Q2 Radyo'dan keşfediyorum. Resme başlarken müzik dinlemek bana çok iyi geliyor, enerjiyi
alıyor. O yırtıcılığı, çağdaş
yırtıcılığı, yırtan formları
seviyorum. Bildiğimiz geleneksel melodi dışına çıkan.
Ve evet, ses çok önemli. Bahçede çalışırken kadınların
sesini toplarım, yankılanan sesleri. Bir diğer sanatçı arkadaşım Banu Aksu o seslerden enstalasyon hazırladı.
Kafamda oluşan ses enstalasyonları var tabi, ama teknik şeyler gerekiyor.
Bir de müzikte Kuzeylileri
çok seviyorum. O coğrafya çok ilgimi çekiyor. Melankolileri bana çok karşılık
veriyor. Hesaplaşmalarını, sertliklerini seviyorum. Dağlık kültür. Eski
geçmişlerinden kültürel bir akrabalığımız var.
Söyleşi - Gün 2
![]() |
M. Celayir, Bir gezginin öğleden sonrası II,
tuval üzerine yağlıboya,150 x 200 cm, 2010
|
Söyleşimizi o gün noktaladıktan sonra, kaplumbağa kabuklarından oluşan koleksiyonunu ve yaşadığı yeri görmek üzere bir kaç gün içerisinde yeniden buluştuğumuzda daha az sohbet ediyor, bu sefer daha çok Zazaca müzik dinliyoruz. Sonrasında ise baba Şerif Celayir, nam-ı diğer Şero'nun sıklıkla çekime dahil olduğu Mahmut'un hazırladığı 'Bahçe' videosunu 'Bir Gezginin Öğleden Sonrası' resminin önünde oturup izliyoruz.
Mahmut Celayir'in bir sonraki kişisel sergisi, 'Fısıldayan Taşlar' (Murmure des pierre) ismiyle, Paris La Capitale Galerie'de 21 Haziran'da açılacak.
Müzik listesi:
Avro Pärt
+ Spiegel im Spiegel
+ My Heart’s in the Highlands
+ The Deer’s Cry
John Adams
+ Road Movies, for violin and
piano
Kronos Qartet feat. Clint Mansell
+ Summer Overture
+ The Last Man
Saariaho Kaija
+ Man (Earth): de la terre
Jóhann Jóhannsson
+ A Game of Croquet
+ Desert Man
+ Domestic Pressures
+ Melancholic
Andrew Norman
+ Play: Level 2
Mikail Aslan
+ Zere Mi
+ Elqajiye
Mehmet Akbaş
+ Berde
+ Hamza
+ Esmerxan
Philipp Glass
+ Satyagraha (Opera in Three Acts): Act I – Tolstoy: Scene 1
+ Satyagraha (Opera in Three Acts): Scene 3 – Vocal
Okuma listesi:
+ Seyidxan Kurij, Waye Hot Birayun / Sanikan u Deyirane
Çewligi Ra Seyidxan Kurij, Arya Yayıncılık
+ Seyidxan Kurij, Tanıkların Anlatımı
ile Şeyh Said Hareketi, Lis Yayınları
+ Töre Sivrioğlu, Avesta Dili Grameri ve Etimolojik Sözlüğü,
Avesta Yayınları
+ Firdevsi, Şahname, Kabalcı Yayınevi / Şark Klasikleri Dizisi
Gelmiş, geçmiş, gelecek, topragi ve kendini sorgulamak.. ayni tasa bakmak, ayni yolu yurumek, sayende gorup de hissettigim yakinlik sozcuklerle de tamamlandi mahmut celayir sohbetinde.
YanıtlaSil